Dua, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddi ve manevi isteklerini O’na arz etmesi demektir. Bir başka ifadeyle dua; sınırlı, sonlu ve aciz olan varlığın sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi olan Yüce Allah ile kurduğu manevi bir bağdır. Müslümanın, hayatının her alanında bu manevi bağı işlevsel kılması ve her ihtiyacı için Yaratan’ına sığınması kulluğun gereğidir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size icabet edeyim (duanızı kabul edeyim)” (Mü’min, 40/60). “Kullarım sana beni sorunca, haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim” (el-Bakara, 2/186) buyurmak suretiyle kullarının kendisine dua ve niyazda bulunmasını istemektedir.
Müslüman, duanın sadece kavli (sözlü) boyutuyla yetinmemeli, üzerine düşen hususları yerine getirmek için de gayret etmelidir. Buna duanın fiili boyutu denmektedir. Hastalandığında kişiye şifa verecek olan hiç şüphesiz Allah’tır. Ne var ki şifa bulmak için sebepleri yerine getirmek gerekir. Maddi ve manevi rahatsızlıklardan kurtulmak için tıbbi tedavi yöntemlerine başvurmak temel ilkedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) hastalıkların tedavisini emretmiş, hastalandığı zaman kendisi de günün şart ve imkanları ölçüsünde tedavi olmuştur.
Tedavi yöntemlerinin yanı sıra Allah Teala’ya dua edilmeli ve O’ndan şifa dilenmelidir. Nitekim Hz. Peygamber de dua etmiş, Fatiha suresini şifa niyetiyle okuyan sahabeyi de onaylamıştır (Buhari, Fedailü’l-Kur’an, 9).
Rukye, hastalık ve kötülüklerden korunmak veya kurtulmak amacıyla Kur’an veya dua okuma anlamında bir terimdir (İbnü’l-Esir, en-Nihaye, “rky” md.; İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “rky” md.). Mezhep imamlarının da içinde bulunduğu alimlerin çoğunluğu konu ile ilgili bazı hadisleri delil göstererek, şirke ve istismara götürmemek şartıyla, fayda ve zararın Allah’tan olduğuna inanılarak yapılan rukyede bir sakınca bulunmadığını belirtmişlerdir (İbn Hacer, Feth, X, 206; İbnü’l-Kayyım, et-Tıbbü’n-Nebevi, s. 137-144; el-Fetava’l-Hindiyye, V, 354-356). Hz. Aişe’den (r. anha) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) de, hasta olan akrabaları için dua eder, onları sağ eliyle sıvazlar ve şöyle derdi: “اللَّهُمَّ ربَّ النَّاسِ ، أَذْهِب الْبَأسَ ، واشْفِ ، أَنْتَ الشَّافي لا شِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ ، شِفاءً لا يُغَادِرُ سقَماً” (Ey Allah’ım, ey insanların Rabbi! Şu hastalığı gider, şifa ver, şifa veren Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle şifa ki, hiçbir hastalık bırakmaz.) (Buhari, Tıb, 38; İbn Mace, Tıb, 35, 36). Yine Hz. Peygamber (s.a.s.), torunlarının şeytandan, zehirli haşerattan, kem gözlerden korunmaları için dua etmiş (Buhari, Enbiya, 10; İbn Mace, Tıb, 36; Tirmizi, Tıb, 18); tedavi yöntemlerine başvurmanın yanısıra nazara ve benzeri olumsuz durumlara karşı dua edilmesini de tavsiye etmiştir (Buhari, Tıb, 17, 33, 37; Müslim, Selam, 55-60; Ebu Davud, Tıb, 17-18).Konuyla ilgili rivayetler değerlendirildiğinde, Allah’ın izniyle şifa bulmak veya kötülüklerden korunmak amacıyla tedavide duaya müracaat edilmesinin ve rukye yapılmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu hususta asıl olan, duayı bizzat kişinin kendisinin yapmasıdır. Bununla birlikte, takva sahibi bir insan olduğuna inanılan müminlerden de dua istenebilir. Ancak herhangi bir tedaviye başvurmadan “şu duayı şu kadar okursan şifa bulursun” şeklindeki bir yaklaşımın İslam’daki tevekkül anlayışıyla bağdaşmadığını ifade etmek gerekir. Kişi tedavi yollarına müracaat etme noktasında üzerine düşeni yaptıktan sonra Kur’an ayetlerini ve hadislerde yer alan duaları okuyabilir.
Ayrıca dua etmek bir ibadettir ve ibadet, dünyevi bir menfaat için değil, sadece Allah rızası için yapılır. Bu sebeple para karşılığında dua yapılması ve yaptırılması dinen caiz değildir. Özellikle insanların duygularını istismar eden, bu işi ticari bir kazanca dönüştüren kişilere karşı dikkatli olunmalı ve bunlardan uzak durulmalıdır.