Namazda sûrelerin Türkçe tercümesinin okunması caiz değildir. Konu ile ilgili olarak, Din İşleri Yüksek Kurulunun 04.12.1997 tarihinde aldığı 103 numaralı kararda şöyle denilmektedir:
Kur’ân-ı Kerîm’in namazda Türkçe tercümesinin okunmasına gelince: Kur’ân-ı Kerîm’de “Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.” (el-Müzzemmil, 73/20) buyrulduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) de bütün namazlarda Kur’ân-ı Kerîm okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahabiye namaz kılmayı tarif ederken “...sonra Kur’ân’dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku.” (Müslim, Salât, 45 [397]) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur’ân okumak, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabit bir farzdır. Bilindiği üzere Kur’ân, Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Muhammed’e (s.a.s.) Cebrâil aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfâzın ismidir. Sadece mana olarak değil, Resûlullah’ın (s.a.s.) kalbine lafızları (sözleri) ile indirilmiştir. Bu itibarla bu lafızlardan anlaşılan ve başka lafızlarla ifade edilen mana Kur’ân değildir. Çünkü indirildiği elfâzın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenâb-ı Hakk’ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur’ân kavramının içeriğinde, sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfâzı da vardır. Nitekim; “Şüphesiz o, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Onu Rûhu’l-emin (Cebrâil), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi.” (eş-Şuarâ, 26/192-195); “İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik...” (Tâhâ, 20/113); “Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur’ân indirdik.” (ez-Zümer, 39/28); “Bu bilen bir toplum için âyetleri Arapça bir Kur’ân olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet, 41/3) gibi tam on ayrı yerde (Yûsuf, 12/2; er-Ra’d, 13/37; en-Nahl, 16/103; eş-Şûra, 42/7; ez-Zuhruf, 43/3; el-Ahkâf, 46/12) Kur’ân’ın Arapça olduğunu ifade eden âyetlerden, sadece mananın değil, lafızlarının da Kur’ân kavramının içeriğine dâhil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, tercümesine Kur’ân denilemeyeceği ve tercümesinin Kur’ân hükmünde olmadığı konusunda İslâm âlimleri görüş birliği içindedir.
Bilindiği üzere tercüme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, üslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebî ve hissî yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiçbir tercüme aslının yerini tutamaz ve hiçbir tercümede her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. O hâlde, Kur’ân-ı Kerîm gibi ilahî belağat ve i’cazı hâiz bir kitabın aslı ile tercümesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri yaratan Yüce Allah’ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun âciz beyanı. Hiç böylesi bir tercümenin, Allah kelamının yerine konulması ve onunla aynı hükümde tutulması mümkün olur mu? Kaldı ki, İslâm dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün Müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.
Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) öğrettiği ve bugüne kadar uygulanagelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz birtakım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın dışarıda Türkiye aleyhinde, içeride ise devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak birtakım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Türkçe tercüme ile namaz kılmak ve Türkçe dua etmek birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah’tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır.
Diğer taraftan, Kur’ân-ı Kerîm’in en önemli özelliklerinden biri de i’cazıdır. Bir benzerinin ortaya konulması konusunda, Kur’ân bütün insanlığa meydan okumuştur. Bu i’cazın sadece anlamda olduğu söylenemez. Aksine, “onun Allah katından indirildiğinde şüpheniz varsa, haydi bir benzerini ortaya koyun” anlamındaki tehaddi (meydan okuma) âyetlerinden (el-Bakara, 2/23-24; Yûnus, 10/37-38; Hûd, 11/13; el-İsrâ, 17/88; et-Tûr, 52/33-34) bu özelliğin daha çok lafızla ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca bir benzerini ortaya koymak için insanlar ve cinler bir araya toplanıp birbirlerine destek olsalar bile bunu başaramayacaklarını ifade eden İsrâ sûresinin 88. âyet-i kerîmesinden de Kur’ân’ın bir benzerinin yapılamayacağı ve bu itibarla tercümesinin Kelâmullah sayılamayacağı, o hükümde tutulamayacağı ve dolayısıyla namazda tercümesinin okunamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim 1926 yılında İstanbul Göztepe Camii İmam-Hatibi Cemal Efendi’nin Cuma namazında Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe tercümesini okumasıyla ilgili olarak İstanbul Müftülüğü’nün 20 Mart 1926 tarih ve 92-93 sayılı yazısı üzerine, altında Atatürk tarafından göreve getirilen ilk Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi’nin imzası bulunan 9 Ramazan 1324/23 Mart 1926 tarih ve 743 numaralı Müşavere Hey’eti kararında:
“Namazda kıraet-i Kur’ân bi’l-icma farz ve Kur’ân’ın hangi bir lügat ile tercemesine Kur’ân itlakı kezalik bi’l-icma gayr-ı caiz ve namazda kıraet-i Kur’ân mahallinde terceme-i Kur’ân’ın adem-i cevazı da bi’l-umum mezahib fukahasının icmaı ile sabit olduğundan, hilafına mücaseret, namazı vaz’-ı şer’îsinden tağyir ve emr-i dini istihfaf ve mel’abe şekline vaz’ı mutazammın olduğu gibi beyne’l-müslimin iftirak ve ihtilafa ve memlekette fitne hûdusuna bâis olacağından, fiil-i mezbûre mecasereti sabit olan merkûm Cemal Efendinin uhdesindeki vezaif-i ilmiye ve diniyenin ref’i, emr-i zaruri hâlini almış olmakla ol vechile tebligat icrası...” denilmiştir.
Şüphesiz bir Müslüman’ın en azından namazda okuduğu Kur’ân-ı Kerîm metinlerinin anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve duyarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir. Ancak manasını anlamak, onun hidâyetinden faydalanmak ve Yüce Rabbimizin emir, yasak ve öğütlerinin neler olduğunu öğrenmek için Kur’ân-ı Kerîm’i tercüme etmenin ve bu maksatla meal, tercüme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka; bu tercümeleri Kur’ân yerine koymanın ve Kur’ân hükmünde tutmanın hükmü yine başkadır.
Namazda ve ibadet olarak Kur’ân-ı Kerîm, aslî lafızları ile okunur. Yüce Rabbimizin bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından yararlanmak maksadıyla ise tercüme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme, meal ve açıklamalarını okumak da çok sevaptır ve genel anlamı ile ibadettir.