Peygamberlerin Allah tarafından elçi olarak seçildiklerinin kanıtı, gösterdikleri mucizelerdir. Son ilahî kitap olan Kur'ân-ı Kerîm ise Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğini kanıtlayan en büyük mucizedir. Kur'ân mucizesi, kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlara hitap etmesi ve başka mucizelere ihtiyaç duymaksızın, tebliğ edilen mesajın bizzat kendisiyle muhataplarına meydan okuması bakımından diğer peygamberlerin mucizelerinden ayrılmaktadır. İsrâ suresinde Kur’ân-ı Kerîm’in bir beşer sözü olmayıp bizzat Allah katından indirildiği ve mucize olduğu hususu şu ifadelerle ortaya konulur: “De ki: “Hiç kuşkusuz, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve (bu konuda) birbirlerine destek olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” (el-İsrâ, 17/88)
İslâm âlimleri, Kur'ân’ın hangi açılardan mucize olduğunu ele almışlar; onun nazmının, manasının, fesahatinin, geçmiş ve gelecekten haber vermesinin, evrene, evrenin ve insanın yaratılışına dair indiği dönemde hiç kimsenin bilmeye imkânı olmayan bilgiler vermesinin mucize olduğunu ifade etmişlerdir. Kur'ân, geçmiş peygamberlerin hayatlarına ilişkin anlatımlarında, Câhiliye döneminin şiir ve kıssa örneklerinde eşi ve benzeri bulunmayan bir üslup ve anlatım tarzı kullanmıştır. Nitekim Arap dilinin nazım ve üslup özellikleri hakkında asgari düzeyde bilgisi olan insanlar bile Kur'ân metni ile Arap dilinde yazılmış diğer metinler arasındaki farkı hemen görürler. Kur'ân’ın bu eşsiz anlatımının ve diğer hususların birleştiği ortak nokta, onun bir benzerinin getirilemediği ve asla getirilemeyeceğidir.
Birçok âyet-i kerîmede Kur'ân’ın Allah (c.c.) tarafından Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla ve Arapça lafızlarla indirildiği açık bir şekilde ifade edilmiştir. “Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik.” (Yûsuf, 12/2), “Şüphesiz bu Kur'ân âlemlerin rabbi tarafından indirilmiştir. Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Ruhulemin indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 26/192-195) âyetleri, konuya ilişkin örneklerden sadece birkaçıdır. (Ayrıca bkz. en-Neml, 27/6; Tâhâ, 20/113; ez-Zuhruf, 43/3 vd.)
Ayrıca vahyin nüzulü esnasında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vahyedilenleri kaçırırım endişesiyle dilini depreştirerek kendisine gelen vahyi tekrarlamasını konu edinen aşağıdaki âyetlerde Hz. Peygamber’e indirilenin “kıraat/okumak” ile ifade edilmesi lafzın Allah’a aidiyetini açıkça göstermektedir: “Sana onun vahyi bitirilmeden önce Kur'ân’ı okumada acele etme.” (Tâhâ, 20/114) ve “(Resulüm! Vahiy geldiği zaman) onu alelacele almak için (bitmeden) dilini hareket ettirme. Şüphesiz onu (kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize aittir. Onu (Cebrail vasıtasıyla sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşunu takip et. Şüphesiz onu açıklamak da bize aittir.” (el-Kıyâmet, 75/16-19).
Kur'ân’ın lafzen ve manen vahyedildiği ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu hususta herhangi bir müdahalede bulunamayacağı Kur'ân-ı Kerîm’de açıkça ortaya konulmuştur: “Onlara bir ayet getirmediğin zaman, ‘Sen bir tane yapsaydın ya’ derler. De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitap inanan bir toplum için Rabbinizden hakikati gösteren deliller, hidayet rehberi ve rahmettir.” (el-A’râf, 7/203), “Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, âhirette bizim huzurumuza çıkacaklarına inanmayanlar, ‘Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir’ dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım.” (Yunus, 10/15), “Böylece biz onu (Kur’an’ı) bir hüküm kaynağı olarak Arapça indirdik. Eğer sana bu ilim geldikten sonra onların arzularına uyarsan, andolsun ki Allah’ın cezasından seni koruyacak ne bir yardımcın ne de bir koruyucun olacaktır.” (er-Ra’d, 13/37), “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalar, sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz de buna mani olamazdınız.” (el-Hâkka, 69/44-47).
Hiç kuşkusuz Kur'ân’ın özellikleri, onun hem Allah’ın vahyi hem de lafzı ve anlamı itibarıyla Hz. Peygamber’e verilmiş bir mucize olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bu özellikleriyle Kur'ân, bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde yazı ve ezber yoluyla hem sadırlarda hem satırlarda kayda geçirilerek daha sonraki kuşaklara, naklinde şüphe olmayacak şekilde tevâtüren ulaştırılmıştır.
Sonuç olarak, Kur'ân-ı Kerîm’in âyetleri ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) açıklamaları Kur'ân’ın, Hz. Peygamber’e lafzı ve manasıyla Allah tarafından vahyedildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Asr-ı saâdetten günümüze kadar İslâm ümmetinin kabulü de bu şekildedir.