Din İşleri Yüksek Kurulu : Dini Bilgilendirme Platformu
Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları
Karar Yılı: 2014 - Karar No: 27
Konusu: Taşıyıcı Annelik Uygulaması ve Böyle Bir Yolla Doğan Çocuğun Annesi, Nesebi, Mirası, Mahremiyeti ve Velayetinin Dini Hükmü Hakkında
   
Din İşleri Yüksek Kurulu, 11.09.2014 tarihinde Dr. Hüseyin KAYAPINAR’ın başkanlığında toplandı. Dini Konuları İnceleme ve Soruları Cevaplandırma Komisyonunca hazırlanan “Taşıyıcı Annelik ve Sonuçları” adlı metin görüşüldü.
SORU: Tıp alanında meydana gelen gelişmelerin, çocuk sahibi olamayan kadınların taşıyıcı annelik diye adlandırılan yöntemle çocuk sahibi olmalarını mümkün kıldığı görülmektedir. Bu yöntemle çocuk sahibi olmanın dini hükmü nedir?
Her ne suretle olursa olsun taşıyıcı annelik yoluyla bir çocuk dünyaya gelmişse böyle bir çocuğun annesi hangi kadın olur? Bu çocuğun nesep, miras, mahremiyet ve velayet açısından durumu nedir?
KARAR: Kadının yumurtası ile erkeğin spermlerinin laboratuar ortamında döllendirilmesi ile elde edilen zigotun, başka bir kadının rahmine yerleştirilmesi, rahim sahibi kadının doğum yapmasından sonra bebeği, sperm ve yumurta sahibi eşlere teslim etmesi suretinde cereyan eden taşıyıcı annelik uygulaması, dinin mahremiyet, evlilik, neslin korunması, şahsiyetin korunması, kişilerin ruh ve beden sağlığının korunması ve insanın saygınlığı ile ilgili bir takım ilkeleri ihlal etmesi sebebi ile caiz değildir.
Haram olmasına rağmen bu yöntemle dünyaya getirilen çocuğun nesebi ve velayeti, sperm ve yumurta sahibi olan evli erkek ve kadına ait olur. Öte yandan çocuk, onu rahminde taşıyıp doğuran kadına da annelik şüphesi sebebiyle mahrem olur.
GEREKÇE:
Modern tıp ve biyoloji bilimindeki gelişmeler, normal yoldan veya tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olamayan yahut bu imkâna sahip olduğu halde doğum yapmanın sıkıntılarına katlanmak istemeyen kimselerin, taşıyıcı annelik diye bilinen yöntemle çocuk edinmelerine imkân sağlamaktadır.
Taşıyıcı annelik uygulamasında genelde şu yöntemlere başvurulmaktadır:
1. Evli kadın ve erkeğin yumurta ve spermleri laboratuar ortamında döllendirildikten sonra yabancı bir kadının rahmine yerleştirilir.
2. Evli kadın ve erkeğin yumurta ve spermleri laboratuar ortamında döllendirildikten sonra erkeğin diğer eşinin rahmine yerleştirilir.
3. Birbirine yabancı erkekle kadından alınan sperm ve yumurtalar laboratuvar ortamında döllendirildikten sonra, çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın için üçüncü bir kadının rahmine yerleştirilir. Bu durumda çocuk sahibi olmak isteyen kadın, hamile kalma, dünyaya getirme işlerinde hiç katkısı olmaksızın, sadece ödeyeceği para karşılığında “çocuk sahibi” olmaktadır.
4. Erkeğin spermi ile yabancı bir kadının yumurtası laboratuvar ortamında döllendirildikten sonra yumurta aynı kadının rahmine yerleştirilir. Çocuk dünyaya geldikten sonra erkeğin eşine teslim edilir.
5. Kadının yumurtası, kocası dışında bir erkeğin spermi ile döllendirilip yabancı bir kadının rahmine yerleştirilir. Çocuk dünyaya geldikten sonra yumurta sahibi eşe teslim edilir. 
Bu bağlamda Kurulumuz şu değerlendirmede bulunmuştur:
Kur’an-ı Kerîm ve Sünnette taşıyıcı annelik ile ilgili doğrudan ve sarih bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak bu iki kaynağa dayalı şu genel ilke ve hükümler uygulamanın caiz olmadığını göstermektedir:
1. Allah Teâlâ “Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır; onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse işte onlar haddi aşanlardır.” (Mü’minûn 23/5-7) buyurmaktadır.
Ayette yer alan “ırzlarını korurlar” ifadesi, haber şeklinde bir emirdir. Yani “ırzlarını/cinsel organlarını korusunlar” demektir. “Cinsel organın korunması” ise mutlak bir ifade olup nikâhlı beraberlikler dışında başkasının cinsel organından, onun sperminden veya yumurtasından ya da bunların birleşmesi ile oluşan ceninden korunmayı kapsar. İnsanlığı ilgilendiren bütün ilahi emir ve yasaklarda olduğu gibi ırzı koruma yükümlülüğü konusunda da erkek ve kadın arasında fark yoktur; yani hem erkekler, hem de kadınlar ırzlarını korumakla yükümlüdürler.
Günümüzde dünyada görülen taşıyıcı annelik uygulamasında, sperm sahibi erkek ile o erkeğin ve eşinin üreme hücrelerinin sun’i döllenmesinden oluşan cenini rahmine kabul eden kadın arasında nikâh ilişkisi bulunmamaktadır. Şu halde taşıyıcı annelik uygulaması ayette ifade edilen “ırzı koruma” ilkesini ihlal etmek anlamına gelmekte, diğer bir ifade ile bir tür hukuk dışı ilişki anlamı ve şüphesi taşımaktadır.
2. “Andolsun, senden önce de gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik.” (Ra’d 13/38) “Allah size kendi cinsinizden eşler var etti. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar verdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı.” (Nahl 16/72) mealindeki ayetlerde insana verilen nimetleri hatırlatma sadedinde eşler ile birlikte bunlardan dünyaya gelenler de (zürriyet/çocuklar ve torunlar) zikredilmektedir. Buradan anlaşılıyor ki, soyu sürdürmenin meşru yolu, bu işin eşler yani aralarında nikâh bağı bulunan erkekle kadın vasıtası ile gerçekleşmesidir. Taşıyıcı annelik uygulamasında ise yumurta sahibi kadının eşi ile rahim sahibi kadın arasında nikâh bağı bulunmamaktadır. Bu sebeple neslin devamı için meşru bir yol değildir. Bu noktada taşıyıcı annenin, sperm sahibi erkeğin ikinci eşi olması, aşağıda değinilecek başka gerekçeler ve doğuracağı kimi olumsuz bedeni-ruhi etkiler sebebiyle durumu değiştirmez.
3.Eşyayı kullanma, tabiattan istifade etme ve tasarrufta bulunma hususundaki “Eşyada esas olan mubah oluştur” genel fıkıh kuralı yanında, özel bir alan olan kadının cinselliğinden yararlanma hususunda ise “Rahimlerde/cinsellikte esas olan haramlıktır” hükmü sabit olmuştur.
Helalliğine dair delil bulunmayan rahimle ilgili uygulamalar peşinen haram sayılır. Buna göre helalliği yönünde delil bulunmayan taşıyıcı annelik uygulaması haramdır.
4. Niza ve anlaşmazlığa sebep olacak nitelikteki her türlü akit caiz değildir. Taşıyıcı annelik uygulaması ise iki kadın arasında kimin anne olacağı konusunda niza ve ihtilaf çıkmasına müsaittir. Bu sakıncalı durumun gerçekleşme ihtimali hiç de düşük değildir.
Özellikle doğacak çocuk üzerinden sağlanacak maddi menfaatin söz konusu olması, çocuğun sağlıksız olarak dünyaya gelmesi ya da taşıyıcı kadın ile çocuk arasında kuvvetli bir rûhî bağın oluşması gibi durumlar bunun için elverişli bir zemin oluşturmaktadır.
5. İnsan bedeninde, kendi hemcinsi olsa bile başkalarına gösterilmesi, onlarca görülmesi ve üzerinde işlem yapılması asla caiz olmayan bölgeler vardır. Kur’ân ve Sünnetin mahremiyet, hürmet ve avret kelimeleriyle ifade ettiği ve örtülmesini emrettiği bu bölgeler ancak, tıbbî zaruretler dolayısıyla açılabilir ve bir operasyona mahal olabilir (A’râf 7/26; Nûr 24/31, 58; Müslim, Hayz, 74, 78; Ebû Dâvûd, Libâs, 34, 37; Tirmizî, Edeb, 22, 38, 39). Taşıyıcı annelik uygulamasında iki ayrı kadının “mahremiyeti” ve “avreti”nin ihlali söz konusudur.
Zira yumurtanın alımı sırasında birisinin, laboratuvarda aşılanmış yumurtanın (zigotun) kendi rahmine yerleştirilmesi sırasında diğerinin avreti birçok kişi tarafından görülmekte ve dokunulmaktadır. Burada bunu meşru hale getiren bir zaruret de bulunmamaktadır. Zira doğal yollardan “çocuk sahibi” olamamak, “Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.” (Şûrâ 42/49-50) ayetine göre dinî açıdan bir zaruret olarak değerlendirilmemiştir. Hal böyle olunca taşıyıcı annelik uygulamaları sırasındaki mahremiyet ve avret ihlalleri, haram hükmünü taşımaya devam edecektir.
6. Taşıyıcı annelik, İslam’ın benimsediği sütanneliğe benzetilemez. Böyle bir benzetme kıyas maalfârık, yani illet açısından farklı şeylerin birbirine kıyaslanması olur. Çünkü sütannelik, temelde dünyaya gelmiş olan çocuğun hayatını idame ettirebilmesi zorunluluğuna dayalı olarak meşru kılınmıştır. Ceninin yabancı rahme yerleştirilmesi ise yeni bir varlık oluşturma amacına yöneliktir. Her ikisi ayrı şeylerdir. Öte yandan sütannelik neseplerin karşıması riskini taşımaz. Taşıyıcı annelikte ise bir risk söz konusudur.
7. Kişilerin ruh ve beden sağlığının korunması ilkesi de taşıyıcı annelik uygulamasının caiz olmayışının bir başka gerekçesidir. Böyle bir uygulamada hem iki kadın hem de doğan çocuğun birçok açıdan rûhî travmaya maruz kalacağı, dolayısıyla ruh ve beden sağlıklarının bozulacağı, sadece bir ihtimal değil aynı zamanda yaşanan örnekler dolayısıyla zann-ı gâlip düzeyinde bir sonuçtur.
Annelik duygusuyla çocuk üzerinde sahiplik ve öncelik iddiasında bulunmak, olayın failleri olan iki kadını; iki anne arasında kalarak kime anne diyeceğini bilememek ve dolayısıyla psikolojik bölünmüşlük yaşayıp vicdanî sorumluluk baskısı altında kalmak, çocuğu derinden yaralayacaktır. Ayet ve hadislerden çıkarılan “Zarar vermek yoktur”; “def-i mefâsid celb-i menâfîden evlâdır” (kötü ve zarardan kurtulmak menfaatleri elde etmekten önce gelir), “zarar mümkün olduğunca giderilir”, “zarar-ı âmmı def için zarar-ı hâs ihtiyar olunur” (özel zarar genel zarara tercih olunur), “zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur” (zararın ağırı zararın hafifi ile giderilir) gibi genel kurallar böyle travmalar yaşatmaya kimsenin hakkı olmadığını göstermektedir.
8. Bu uygulama, velâyetten hadâneye, evlilik yasağından mirasa birçok hukukî sorun doğuracak ve yerleşik uygulamalarla çelişen sözde “çözümler” üretme karmaşasına yol açacağından hukukî istikrarı da bozacaktır.
9. İnsan saygın bir varlıktır (İsrâ 17/70; Tîn 95/4). Sadece dünyevî hazlar veya kişisel tatmin gerekçesiyle bu saygınlığı zedelenemez. Aynı gerekçelerle tıbbî uygulamaların malzemesi ve konusu yapılamaz.
Nitekim İslam dünyasında belli başlı fıkıh kurulları ile çağdaş fıkıh âlimlerinin çoğunluğu da evli eşlerin yumurta ve spermlerinin, laboratuvar ortamında döllendirildikten sonra erkeğin nikâhlısı da olsa ikinci bir kadının rahmine yerleştirilmesi şeklindeki uygulamaların tamamının haram olduğuna hükmetmişlerdir. (Bk. Karârâtü ve Tavsiyâtü Mecma’i’l-Fıkhi’l-İslamî ed-Devlî 1985-2011, Birleşik Arap Emirlikleri, s. 112; Karârâtü’l- Mecma’i’l- Fıkhıyyi’l-İslamî (1977-2004), Mekke, s. 162; Daru’l-İftâi’l-Mısriyye, http://daralifta. org/ViewFatwa.aspx?ID=2525, erişim: 28.08.2014 ; Yusuf el-Karadâvî, Fetâvâ Muâsıra,el-Mektebetü’l-İslâmî, III, 529; Câdelhak Ali Câde’l-Hak, Buhûs ve Fetâvâ İslamiyye fi Kadâyâ Muâsıra, Kahire, 2005, II, 169 vd.)
Bu hâkim kanaatin karşısında az sayıda bazı araştırmacılar taşıyıcı annelik konusuna olumlu yaklaşmışlar; yumurta ve spermin evli eşlere ait olması şartı ile döllenen yumurtanın yabancı bir kadının ya da erkeğin diğer eşinin rahmine yerleştirilmesi yöntemlerini (yukarıdaki birinci ve ikinci uygulamaları) caiz görmüşlerdir.
Mekke merkezli el-Mecma’u’-Fıkhiyyu’l-İslâmî, 1404/1984 yılında akdettiği dördüncü devre toplantısında bu görüşü benimsemiş iken (Bk. Karârâtü’l-Mecma’i’l-Fıkhıyyi’l-İslami, 1977-2004, Mekke, s. 148-152) bir yıl sonraki toplantısında, nesebin karışması şüphesi bulunduğu ve ikinci eşin, kocasından normal yoldan hamile kalma ihtimali olduğu gerekçesi ile ikinci eşin taşıyıcı anne olabileceği görüşünden vaz geçmiştir. ( Aynı eser, s.162)
Her nasılsa taşıyıcı annelik yoluyla doğan çocuğun hukukî durumuna gelince;
Haram olmasına rağmen bu yöntemle dünyaya getirilen çocuğun nesebi ve velayeti, sperm ve yumurta sahibi olan evli erkek ve kadına ait olur.
Yapay döllenme, embriyo transferi ve taşıyıcı annelik gibi uygulamalardan doğacak sonuçlara ilişkin olarak Kur’an ve Sünnette açık ve doğrudan bir delil bulunmadığı gibi; çağdaş tıbbî uygulamalardan biri olması hasebi ile mesele önceki fıkıh âlimlerince de ele alınmış değildir. Bu sebeple konuyu Kur’an ve Sünnetin genel hükümleri ile tıp, psikoloji ve ilgili diğer bilimlerinin verileri ışığında çözüme kavuşturmak gerekecektir.
Bilimsel olarak yumurta ve sperm, ceninin hem fizik hem de genetik yapısının temelini oluşturmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim birçok ayette insanın yaratılış sürecinin yumurtayı döllemiş olan sperme dayalı olduğuna işaret etmektedir. (İnsan 76/2; Mürselât 77/20-23; Târık 86/ 5-7; Mü’minûn 23/12-14) Bu sebeple yumurta ve sperm sahibi eşler, çocuğun anne ve babasıdır. Konu ile ilgili nesep, mahremiyet, veraset ve velayet meseleleri bu esas üzerinden değerlendirilir.
Taşıyıcı kadının çocuğu kanı ile beslemesi, her ikisinin rahim ve göbek bağı vasıtası ile bütünleşmesi, ortak bir hayat yaşamaları ve nihayet normal şartlarda annelik için objektif ölçü sayılan doğurma fiilini gerçekleştirmiş olması sebebi ile taşıyıcı kadının, en azından bir yönü ile anne olduğu şüphesini ortaya çıkarmaktadır. Bu tür şüpheli şeyleri dikkate alma ve onlardan kaçınma ilkesi uyarınca çocuğun taşıyıcı kadına da haram olduğuna hükmetmek gerekmektedir.
Yeni bir mesele olan taşıyıcı annelik yolu ile dünyaya gelen çocuğun annesini belirleme konusunda Kurulumuzun bu yaklaşımı yanında çağdaş literatürde iki farklı görüş ortaya konulmuştur:
1. Yumurta sahibi kadın çocuğun annesi, onun nikâhlı eşi de çocuğun babasıdır. Çocuğu karnında taşıyıp doğuran kadın (taşıyıcı anne) ise çocuğu karnında taşıyıp beslemesi itibarı ile sütanne hükmündedir. Sütannelik ise nesep bağına sebep olmaz.
2. Çocuğun annesi yumurta sahibi kadın değil, onu rahminde taşıyan, besleyip doğuran kadın yani taşıyıcı annedir. Yumurta sahibi kadın ise sütannelikte olduğu gibi hükmen annedir. Buna göre çocuğun anne tarafından nesebi, onu doğuran kadına aittir. Dolayısı ile eğer çocuğu doğuran kadın evli ise çocuk onun kocasına nispet edilir (Görüşler için bk. Dr. Arif Ali Arif, “el-Ümmü’l-Bedîle Ru’ye İslâmiyye”, Dirâsât Fıkhiyye fî Kadâyâ Tıbbiyye Muâsıra, Ürdün 2001, s. 823 vd.)
Bu görüş için “Çocuk doğduğu yatağa aittir” (Buhari, Buyû’, 3) hadisi ile başta “Onların anneleri ancak onları doğuran kadınlardır” (Mücadele 58/ 2) ayeti olmak üzere, “Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu!” (Ahkâf 46/15), “(Allah) sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor.” (Zümer 39/6) gibi ayetler delil olarak gösterilmektedir. (Ayrıca bak. Bakara 2/233, Nahl 14/78; Necm 53/32; Lokman 31/14)
Söz konusu görüşlerden birincisi, çocuğun nesebini isabetli bir şekilde yumurta ve sperm sahibi eşlere bağlamaktadır. Ancak, taşıyıcı anneyi hükmî sütanne gibi değerlendirerek çocukla onun sadece mahremiyet ilişkisi bulunduğu, nesep bağının ise söz konusu olmadığı tespitini yapmaktadır. Varılan sonuç isabetli olmakla beraber takip edilen yol, çocukla taşıyıcı anne arasındaki mahremiyeti hükmî sütanneliğe bağlaması açısından sağlıklı değildir. Çünkü her ne kadar süt emzirme ile çocuğu karnında besleme işlemleri bir insan uzvunun sağladığı menfaatin kiralanması noktasında benzeşmekte gibi görünseler de gerçekte, bunların birbirine benzetilmesi kıyas maalfârık olur. Çünkü süt annelik (radâ’) konusu Kur’an ve Sünnetle meşru kılınmış iken ( Talak 65/6; Nisa 4/23; Ebû Dâvûd, Nikah, 7) taşıyıcı annelik ise rahmin haramlığı (Mü’minûn 23/5; Nûr 24/30; Ahzab 33/35) ve neslin korunması genel ilkelerine aykırılığı sebebiyle meşru değildir. Oysa aynı sonuca hükmî sütannelik benzetmesi üzerinden değil de, çocuğu karnında taşımak, beslemek ve dünyaya getirmek gibi karineler sebebi ile ortaya çıkan “annelik şüphesi” üzerinden gidilmesi daha isabetli olacaktır.
İkinci görüşe gelince, ceninin, sperm ve yumurtanın birleşmesi ile oluştuğu; rahmin ise onun beslenip geliştiği ve korunduğu bir mahfaza konumunda olduğu gerçeğini dikkate almayan bu görüş, delilleri açısından sağlam bir altyapıya sahip değildir.
Şöyle ki; “Çocuk doğduğu yatağa aittir” (Buhârî, Büyû’, 3) hadisi, normal evliliklerdeki genel duruma işaret etmesi bir yana, vürud sebebinden açıkça anlaşıldığı üzere ceninin kime ait olduğunun bilinmediği durum için delil olur. Burada ise ceninin kime ait olduğu bellidir.
Öte yandan annenin, çocuğu doğuran kadın olduğuna delil olarak ileri sürülen ayetlerde söz konusu olan kadınlar, hem yumurtanın hem de rahmin sahibi olan kadınlardır. Taşıyıcı anne ise rahim sahibi olsa da yumurta sahibi değildir. Bu sebeple ayetin annelik konusunda ortaya koyduğu“doğurma” kendi bağlamında objektif bir ölçü iken, taşıyıcı annelik uygulamasında objektif bir ölçü olmamaktadır.Dolayısı ile zikredilen ayetlerden taşıyıcı anneliğin caiz olduğu hükmünü çıkarmak mümkün değildir. Bir başka ifadeyle söz konusu ayetler, yeni bir mesele olan taşıyıcı annelik uygulamasında annenin ve babanın kim olduğu konusunda delil olarak ileri sürülemez.
Nasların, nüzul veya vürud zamanındaki anlaşılma biçimi ile amaç ve maksatlarını göz ardı edip sadece zahirî anlamlarına dayanarak onlardan, İslam’ın genel ilkelerinin, aklın ve bilimsel gerçeklerin onaylamayacağı sonuçlar çıkarmak doğru bir istidlal şekli değildir.
Bu sebeple nesep, miras, nafaka, hadâne ve benzeri bütün hükümler sperm ve yumurta sahibi evli eşler üzerinden sabit olacağına karar verilmiştir.

 Görüntülü Cevaplar  Sıkça Sorulanlar  Dini Bilgiler  Soru Sor
 Konular