Halk arasında kullanılan “dede yetimi” terimi, İslâm miras hukukuna göre; ölenin erkek çocuklarıyla birlikte kendisinden önce ölmüş diğer çocuklarının oğlu veya kızını yani ölenin torununu ifade için kullanılır. İslâm miras hukukunda “yakın olan akrabanın uzak akrabayı hacbetmesi (engellemesi)” kaidesine dayalı olarak ölenin çocukları varken torunları mirasçı olamazlar (Mevsılî, el-İhtiyâr, 5/94-95; Cürcânî, Şerhu’s-sirâciyye, 85-86).
Ancak bazı İslâm hukukçuları dedeleri hayatta iken babaları vefat etmiş çocukların mağdur edilmemesi gerektiği üzerinde durarak bu durumdaki toruna dedenin vasiyetini gerekli görmüşlerdir. Buna göre dede, vefat etmiş evladının mirastaki payı kadar miktarı veya tüm malın üçte birini geçmeyecek bir miktarı torunları için vasiyet etmelidir. Dâvûd ez-Zâhirî, Mesrûk, Katâde, Tâvûs ve Taberî’den nakledildiğine göre, mirasçı olmayan yakın akrabaya vasiyet vâciptir (İbn Hazm, el-Muhallâ, 8/353-354; İbn Kudâme, el-Muğnî, 6/137-138).
Son dönem âlimlerinden bazıları, miras âyetlerinden önce gelen ve fakihlerin büyük bir kısmı tarafından mensuh kabul edilen, “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşrû bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.” (el-Bakara, 2/180) âyetinden yola çıkarak bu vasiyeti vâcip bir vasiyet olarak kabul etmişlerdir. Bu âlimler, dedenin böyle bir vasiyet yapmadan ölmesi hâlinde, vasiyet etmiş gibi kabul edileceğini söylemişlerdir (Ebû Zehre, Şerhu Kânûni’l-vasıyye, 198-200). Kur’ân-ı Kerîm vârislere, miras dağıtılırken vâris olmayan kimselere bile miras malından bir şeyler vermelerini tavsiye etmektedir (en-Nisâ, 4/8). Bu sebeple dede yetimlerinin miras dağıtılırken gözetilmesi Kur’ân’ın bu tavsiyesine uygun düşmektedir.